Menü

Çember


 Bugünlerde sağlık yaşam için sporun önemi vurgulayan bir sürü yayın ile karşı karşıyayız. Sürekli olarak bizlere koşmamız ve yürüyüş yapmamız öneriliyor. Çocukluğumuzda ne kadar çok spor yaparmışız da haberimiz yokmuş. Saatlerce çember peşinde kah koşar kah yürürdük. Köyün bütün ara sokaklarını alt üst eder, en uzun süre düşürmeden kim çemberi çevirecek diye yarışırdık. Yaz aylarının oyunlarından biri idi çember çevirmek. Türkiye'nin en sıcak bölgelerinden birinde olmasına rağmen köyümüz, güneş altında saatlerce çember çevirmek gibi bir dayanıklılığa sahiptik.

Çemberlerimiz çeşitli malzemelerden olurdu. Kimisi eski bir teneke sobanın alt ve üst kısımlarından çıkarılan çemberler kimisi de plastik bir hortumun parçasından yapılmış olanlardı. Daha büyük ve ele geçmez olan çemberler ise metal mazot varillerin tabanlarından elde edilen çemberlerdi. Benim hiç mazot varilinden elde edilen çemberim olmadı.

Eski bir plastik hortum çember için en iyi malzemelerden biri idi. Plastik çemberlerin bir avantajı da sürerken ses çıkarmazlardı. Özellikle soba altlarından çıkarılan çemberler hem ince ve yere basan yüzeyi de geniş olduğundan çok ses çıkarırlardı. Köyün sessizliğinde bazen bizim bazı yerlerden kovulmamıza neden olurlardı. Plastik hortumun iki ucu düzgün bir şekilde kesildikten sonra yaş  ve ince bir ağaç dalı hazırlanırdı. Bu dal hortumun içine sıkı geçecek şekilde hazırlanır, gerekirse bıçakla şekil verilirdi. Sonra da açık olan hortumun iki ucu bu ağaç dalı ile birleştirilerek çemberimiz oluşturulmuş olurdu.

Çemberi sürmek için elimizde tuttuğumuz telden yapılma tutamacım özel bir isimi var mıydı şimdi hatırlayamıyorum. Çemberimizi sürmek ve onu istediğimiz yöne yönlendirmek için kullandığımı bir parça idi. Onun yapım malzemesi de en çok ince inşaat demiri olurdu.  Yaklaşık 1 metre boyunda ( çemberi kullanacak kişinin boyuna göre uzunluğu değişebilir) ince inşaat demirinin ucu "U şeklinde kıvrılırdı. Bükme işlem için en basit yöntem, demirin uç kısmını bir yere sıkıştırıp uzun olan kısmı bükerdik. Belirli bir miktar eğme işlemi yaptıktan sonra da bir çekiçle hafif hafif vurarak istediğimiz forma getirirdik. "U" kısmını oluşturduktan sonra  bu kısmı uzun kısma yaklaşık  75° açı oluşturacak şeklinde bükerdik. O zamanlar geometri bilgimiz fazla olmadığından bu eğme işlemini derece ile filan ifade etmezdik. Bu eğme biçimi, çemberi sürerken "U" kısmın yere dik açıda durmasına ve çemberi daha iyi yönlendirmemizi sağlardı.

Yaz aylarında sürekli yanımızda bulundurduğumuz anlar olurdu. Bir yerlere giderken hep çember sürerek giderdik. Örneği top oynamaya gidiyorsak, top sahasına çember sürerek gider, topumuzu oynar ve tekrar çember sürerek geri dönerdik. İlkokul bahçesinde bulunan WC etrafındaki 50 cm genişliğinde beton üzerinde tur atar, dik köşelerden çemberi devirmeden geçerdik. Hiç düşürmeden en fazla turu kim atacak yarışmaları yapardık

Tren Yolu


Tren yolu olarak hatırlıyorum bu oyunu. Kaç yaşıma kadar tren ve tren yolu gördüğümü tam olarak bilmemekle birlikte ilk kez Adana' da babamın askerlik arkadaşını ziyarete gittiğimizde uzaktan geçen treni gördüğümü anımsıyorum. Sanırım o zamanlar 7-8 yaşlarında idim. Çocukluğumuz da ilçeye gitmek büyük bir olaydı. İlçeye gittiğimizde rayları görüyor ve üzerinden geçiyorduk ama treni görmemiz tesadüflere bağlı idi. Tren  ve raylar hakkındaki bilgimiz okul kitapları ve televizyonlardan öğrendiğimiz bilgilerdi. Oyunun tren yolu olması sadece çizilen oyun yerinin eğri büğrü olması nedeniyle raylara benzemesinden kaynaklanmaktaydı.

Bu oyun yerlerinin en gözde yerleri, kahvehanelerin önündeki düzgün beton yerlerdi. Bir de bazı evlerinde kenarında evin alt kısımlarına su girmesin diye evin dış bölümüne dökülen 50-60 cm kalınlığındaki beton kısımlardı. Odun kömürü ile beton zemin üzerine  aralarında yaklaşık 15 cm aralık bulunan ve bir birine paralel olan iki çizgi çizilirdi. Tabi bu çizgilerin bazı yerlerinde kavisler ve viraj meydana getirilirdi. Sanki bir yarış arabası gibi pisti gibi.

Bu oyun gazoz kapanları ile oynanırdı. Gazoz kapağı çok hafif olduğu için kontrolü zor olduğun için içini çamur ile doldurarak ağırlık kazanmasını sağlardık. Gazozlar açacakla açıldığında, kapakların orta kısımlara içe doğru bir eğiklik meydana gelirdi. Gazoz kapaklarının zemine tam temas etmesi için iç kısmından elimizle baskı uygulayarak veya küçük bir taşla vurarak düzeltirdik.

Oyunun kuralı son derece basitti. Çizgi dışına çıkarmadan gazoz kapaklarını fiske ile tren yolunun bir ucundan diğer ucuna götürmekti. Fiske dediğimiz şey de orta parmak, başparmak ile gergin hale getirilerek gazoz kapağına vurulması olayından ibarettir. Her oyuncu sıra ile bir kere fiske vururlar gazoz kapaklarına. Gazoz kapağı sınır dışına çıkan oyuncu, oyuna yeniden başlangıç yerinden başlardı. Tren yolu önce tamamlayan oyuncu diğerinden bir gazoz kapağı kazanırdı. Evet ödül sadece bir gazoz kapağı olmasına rağmen epey çekişmeli geçerdi oyunlarımız. Şalvarlarımızın ceplerini, bakkal ve kahvehanelerin çöplerine döktükleri yerlerden topladığımız gazoz kapakları ile doldururduk.  Çok hijyenik bir durum değildi. Zaten o zamanlar hijyen kelimesi lügatımızda yoktu. Hijyen kelimesi deterjan reklamları ile sonradan girdi hayatımıza. Bazı kapaklar yani az bulunan cinsler değerli sayılırdı. O zamanlar hatırladığım az bulunan kapaklardan biri "Ersu" idi. Bir meyve suyu markası idi ve az tüketildiği için de az olurdu "Ersu" (üretimi devam ediyor mu bilmiyorum.) kapakları.

Bu oyunu resimlemek epey zor olacak ama bir şeyler çekmeyi deneyeceğim. Çok basit gibi görünse de çocukluğumda en severek oynadığım oyunlardandı. Tozlu beton zemin üzerinde sürünerek oynadığımızdan her yerimiz toz toprak içinde kalırdı. Şimdilerde olsak bizi günde 5 posta banyoya sokardı herhalde anneler. Ama bakıyorum da şimdiki çocuklar bizden daha çok hasta oluyor. Bir yerlerde bir terslik var ama ben çözemedim ne olduğunu.

Beş Taş


Beş taş  kış oyunların gözde oyunlarından sayılırdı. Çoğunlukla kız çocuklarının oyunu olmakla birlikte, yağmurlu havalarda sokağa çıkamadığımız günlerde biz erkek çocuklarından oynadığı oyundu. Gerçi beş taşı iyi oynayan erkek çocuklara, "kız" lakabı takılıp dalga geçildiği de olurdu. Genelde kötü havaların oyunu olduğu ve sokağa çıkamadığımız için kardeşler arasında da çok oynanırdı. Ablamın parmakları ince ve uzun olduğu için son bölümünde 5 taşın hepsini elleri üzerinde daha iyi tuttuğu için ona çok kızdığım olmuştur. Parmaklarını gergin bir şekilde tuttuğunda elinin yüzeyinde hafif çukurluk oluşur ve buda ona avantaj sağlardı. Tabi bu duruma kızgınlığımı onun elleri ile dalga geçerek giderirdim.
Beş taşın temel malzemesi hafif yumuşak olan kaya parçaları idi. Aslında kendi aramızda mermer dediğimiz bir taş türü olmasına rağmen jeolojik anlamda mermer değildi. "Köfük" dediğimiz yumuşak beyazımsı taşlardan beş taşımızı yapardık. Her bir taşın büyüklüğü misket veya ondan biraz daha büyüktü. Köyün belli bölgelerinden, evlerin önünü çeviren avlu duvarları içinden içinden beş taş yapacağımız kaya parçasını temin ederdik. Önce daha sert bir taşla veya çekiçle taşları mümkün olduğunca yuvarlak duruma getirirdik. Tabi tam bir küre şekline getirecek kadar ince çalışmıyorduk. Çekiçle veya taşla belli bir şekle getirdiğimiz taşları sert ve pürüzlü bir yüzeye sürterek tam bir küre şekline getirirdik. Taşın yüzeyi pürüzsüz bir şekilde değil de yuvarlanması engel olmayacak küçük girinti çıkıntılar kalırdı. Bu şekilde 5 adet taş imal ederdik. Bir kış boyuda bizim ihtiyacımızı görürdü. Eğer annem kızıp taşları atmaz veya biz kavga edip taşları kırmazsak.

Beş taş oyunun kurallarını şimdi tam olarak hatırladığımı söyleyemem. Oyunun oynanma şeklini hatırlıyorum da oyunun kazanma durumu tam olarak kestiremiyorum. Evlerimizin içine kış aylarında çul üzerine savan serilirdi. Odaların orta kısımları sofra sermek, namaz kılmak ve çeşitli işlerin yapımı için boş bırakılır masa sehpa gibi şeyler konmazdı. Bu alanda bizim en iyi beş taş oynama alanımız olurdu. Zemin  sert olmadığı içinde oynarken ses filanda çıkarmadığımız için odadakileri rahatsız etmezdik. Oyunun ses çıkarmak özelliği yoktu ama ya bizim sesimiz?

Pek çok yerde oynanan bir oyun olduğunu tahmin ediyorum beş taşın. Benim yazdığım şekilde oynanmasını kabul etmeyenler, yanlış diyenlerde çıkabilir. Ancak ben yine de hatırladığım kadarı ile yazmaya çalışacağım. Bu konuda bana ulaşacak bilgileri değerlendirip gerekli düzenlemeleri de yapabileceğimi belirtmek isterim.

Oyunu, iki oyuncu ile oynadığımı hatırlıyorum. Beş taş yere serpilir ve içlerinden en uygun bir tanesi ele alınırdı. Uygun olma durumu, oyunun çeşitli kademeleri için farklı olduğundan şu taş alınırdı gibi bir söylemde bulunmuyorum. El alınan taş havaya atılır ve o yere düşmeden hangi elimizle havaya atmış isek o elle yerden bir taş alınır, havaya atılan taş yere düşmeden tekrar yakalanırdı. Hava attığımız taş, yakalayamazsak veya yerde birden fazla taşa temas ederse, oynama sırası diğer oyunca geçerdi. Hangi basamakta hata yapılmışsa, sıra bize geldiğinde  tekrar aynı yerden oyuna devam ederdik. Bu şekilde taşlar tek tek toplanırdı. Hata yapılmamışsa oyunun bir sonraki bölümüne geçilirdi.

Oyunun temeli, taşlardan birini havaya atmak ve o yerde düşmeden diğer şartları yerine getirip, atılan taş yere düşmeden onu yakalamaktı. Oyunun ikinci bölümünde de taşlar yere serilir ve içlerinden biri alınarak, diğer taşlar bu sefer ikişerli guruplar halinde toplanırdı. Taşların birbirlerine uzak kalması ikişerli toplama olayını zorlaştırdığı için taşları yere bırakırken bize avantaj sağlayacak taktiklerde geliştirirdik. Yerde dört taş kaldığı için bu bölümü 2 hamlede bitirirdik.

Üçüncü basamakta yerde dört olan taşları 3 ve 1 şeklinde iki hamlede toplardık. Küçük çocukların en çok zorlandıkları bölümler bu bölümden itibaren başlardı. Zira ellerinin küçük olması vesilesi ile üç taşı aynı anda avuçlarına almak ve havadaki taşı yakalamakta epey zorlanırlardı. Aynı durum oyunun dördüncü kademesi içinde geçerli idi. Yere bırakılan taşlardan bir tanesi alınır ve diğer dördü tek sefer toplanırdı. Eğer taşlar dağınık düşerse toplaması epey güç olurdu. Bu durumda havaya atılan taşı oldukça yükseğe atarak zaman kazanmaya çalışırdık. Bu seferde yüksekten düşen taşı yakalamakta zorlanırdık.

Oyunun beşinci bölümü köprü kurmaktı. Köprü, işaret parmağın, orta parmak üzerine kıvrılarak baş parmak ve orta parmağın köprü durumuna getirilmesine denirdi. Bir elle köprü oluşturulur, diğer el köprü kurulan elin bileğin tersinden geçirilerek taşlar, köprünün önüne doğru bırakılırdı. Daha sonra yine taşlardan biri alınır ve o havaya atılır, diğer taşlar o havada iken tek tek köprüden geçirilirdi. Tabi her seferinde taşlara bir kere elimizle vurur, köprüye doğru yuvarlardık. Tek seferde geçirmek gibi bir zorunluluk yoktu. Ama havaya atılan taşı yakalayamazsak, oynama sırası diğer oyunca geçer ve her seferinde köprü olayının başına dönerdik. Taşın köprüden geçmesi demek, köprü kurduğumuz eli yere yatırdığımızda, köprüden geçen taşlara temas etmemesi gerekiyordu. Bütün taşlar köprüden geçirildiğinde oyunun son bölümüne geçerdik.

Son bölümde bütün taşlar avuç içine dizilir ve havaya bırakılırdı. Elimizin tersini çevirir ve havaya bırakılan taşların hepsinin elimizin üstünde kalmasına çalışırdık. Bunun için taşları avuç içine özenle dizer ve havaya bıraktığımızda da bu düzenin bozulmaması için çok dikkat ederdik. Taşların dizim şekli, dört tane alta ve son taş onların üzerine konurdu. Bu şekilde taşların oturum alanı daraltılır ve elimizin üzerine kolayca oturması sağlanırdı. Taşların durumlarının bozulmaması için elimiz yukarı doğru o kadar narin sallardık ki sanki bir baletin elini andırırdı sanki o an. Bu bölümde parmakları uzun ve esnek olanlar avantajlı konuma geçerlerdi. Çünkü parmakları gergin bir şekilde tuttuklarında ellerinin yüz kısmında bir çukurluk meydana gelir ve taşların durumu bozulsa bile çukur kısım içinde yere düşmeleri zor olurdu. Taşları elimizin yüzeyinde tuttuktan sonra tekrar havaya atar, bu seferde avuç içlerimizle yakalardık. Kaç tane taşı bu şekilde yakalarsak o kadar sayı kazanırdık.

Oyun bu şekilde birbirini tekrarlayan bir şekilde devam ederdi. Bir seferde en çok taşı yakalayan mı kazanıyordu yoksa bir çok seferde yakalanan taşların toplamına bakılarak mı kazanılıyordu şimdi tam olarak hatırlamıyorum. Birileri gelir ve bu yazıyı okur, şu kısımlarda yanlışın var derse gerekli düzeltmeyi o zaman yaparım. Hatta birden fazla görüşlerde çıkabilir. Zira bu oyun ülkemizin çeşitli yerlerinde oynan bir oyun olduğunu düşünüyorum. Bu yönde de bilgiler ulaşırsa elime, onları da bölgelerine göre seçme yapmadan olduğu gibi yayınlarım. Benim anlatacaklarım bu kadar.